‘Kendi masalımıza inanmak istiyoruz’

Seyhan Akıncı – Yanlarında en gerçek hayalleri Ali ile geldiler Baba Sahne’ye Ayça ve Fatih Koyunoğlu. Hem hayat hem oyun arkadaşlığı yapan çift masalsı bir aşk hikâyesini anlattıkları “Aşk Hikâyen Düşmüş” oyunuyla uzun bir aradan sonra yeniden sahnedeler. Hem de Fatih Koyunoğlu’nun korunaklı bir bahçe olarak tanımladığı tiyatroya astıkları kendi tabelaları “Tiyatro Hayali” adı altında… Ruh eşini arayan bir kadın ile erkeğin yolculuğunda parmak kuklalarla geleneksele de selam çakılıyor, modern sahnelemesiyle biz bugündeyiz de diyor. Ahmet Sami Özbudak’ın yazdığı, Emrah Eren’in yönettiği, Ayça ve Fatih Koyunoğlu’nun hepimizi aşka inandırdığı “Aşk Hikâyen Düşmüş”ü ve Tiyatro Hayali’nin yolculuğunu ikiliyle konuştuk.

Milliyet Sanat’ta yer alan söyleşinizde tiyatrodan korunaklı bahçeniz olarak bahsediyorsunuz. Şimdi o korunaklı bahçeye “Tiyatro Hayali” ile kendi tabelanızı astınız. Bu yolculuğu konuşarak başlayalım…

Fatih Koyunoğlu: Dış dünyada kurallar çok sert ve hiçbir değişkeni siz belirleyemiyorsunuz. Melih Cevdet Anday’ın “Mikado’nun Çöpleri” oyununda bir sözü var: “Milyonlarca hesaplanan bir yok etme planı içinde ben bir tek sayıyım. Bir ad bile değil. Nasıl olsa ölecekmişim, sen karışamazsın ona.” Tiyatroyla birazcık haşır neşir olan insanlar sanki gerçeğin sertliğinden kaçabilmek, o hesaplanan yok etme planı içinde bir tek sayı olmamak, ismimizin-cismimizin olması için sanki şaka yapmayı ve oyun oynamayı, oyun oynayarak kendimizi ifade etmeyi seçiyoruz. Hayal kurarak kendimizi ifade etmeyi seçiyoruz. O yüzden burada değişkenleri biraz biz belirleyebiliyoruz. 20.30’da oyun başlar, perde kapanmaz, tiyatroda konuşulmaz, cep telefonu açılmaz gibi…

Ayça Koyunoğlu: Kendi masalımıza inanmak istiyoruz.

Fatih K.: Kendimize öyle bir alan yaratıp; orada gülüp, eğlenip, üzülüp, seyirciyle beraber bir düş kurup ona inanmaya çalışıyoruz. Öbür türlü dış gerçekliğin içinde durmak akıl kârı değil gibi. Friedrich Dürrenmatt diyor ki, “Son hızda duvara toslamak üzere giden bir trenin içinde arka vagonlara koşuyor gibiyiz.” Çağımızın özeti sanki. Bunun için biz kendimize bir oyun alanı yaratıp, orada hayal kurup, romantik de bulabilir birileri ama o hayale inanmaya çalışıyoruz.

Bahsettiğiniz o sert gerçeklikte tiyatrolar pandemiyi geride bırakarak yol yürümeye çalışıyor. Bu maddi, manevi yıpratıcı bir şey. Bu koşullarda bir tiyatro kurmak büyük bir cesaret…

Ayça K.: Cesaret evet ama herhangi bir şey yapmak da cesaret. Sadece tiyatro değil bir işi elinizden geldiğince iyi yapmaya çalışmak bir macera ve o maceraya atılmak gerekir. Birileri de atılacak. Fatih’in dediği gibi biz hayal kurmayı da sevdiğimiz için hayal kuranlar çok olsun istiyoruz. Dünya o zaman güzelleşecek. Biz de bundan vazgeçmemeye çalışıyoruz. Ve hiç vazgeçmedik, hep tiyatro yaptık. Şimdi de Tiyatro Hayali diye başka bir maceraya atıldık.

Fatih K.: Her ne kadar zorluklarından bahsetsek de daha üç aylık bile olmayan bir tiyatronun ayda 10 oyun oynayabilmesi, birçok salona girip çıkabilmesi de başka hayalperestlerin sayesinde. Şu anda da böyle birinin mekânında sizinle çay içerken bunları konuşuyoruz.

Ayça K.: Siz de bir şekilde düş ortağısınız. Bütün bu sistemin içerisinde tiyatro haberi yapan biri olarak buradasınız.

Fatih K.: Kendiniz gibi ‘Hayali’lerle karşılaşıyorsunuz. Ahmet Sami Özbudak da onlardan biri. Emrah Eren de… O hayale inanan insanlar birbirini buluyor ve paranın pulun açamayacağı kapılar açılıyor. Şevket Çoruh’un Baba Sahnesi’ne paranızla girmeye çalışın, bence paranız yetmez. Buranın kirasını sorsam param yetmezdi ama derdi söz söylemek olan insanlar bir araya geliyor, birbirlerini destekliyorlar. Evet, borçlandık harçlandık, maddi olarak birtakım yükümlülüklerin altına girdik ama umutsuz değiliz. Henüz 10 oyun oynamamıza rağmen seyirci yapılan işi kucakladı. Eğer iyi bir şeyin peşinden koşuyorsanız ve orada da sebat ediyorsanız birileri duyuyor ve sahip çıkıyor yaptığınız işe. Şu anda da bunu hissettirmeye başladılar. Çok güzel şeyler duyuyoruz.

Son dönemlerde ağırlıklı olarak izlediğimiz oyunların temeline baktığımızda Freud elimizden tuttu, bizi çocukluğumuza indirdi ve biz çocukluğumuzdan hiçbir şekilde yukarı çıkamıyoruz. Bütün anlatılar çocukluğumuzu kazıyor. Gelenekseli böylesi modern bir dille aktarmak bu anlamda çok zenginleştiriciydi…

Ayça K.: Bu bizim zaten genetiğimizde var. Hayali aslında ismiyle de örtüşen bizim hocalarımızın Müşfik Kenter’in, Yıldız Kenter’in oyunculuğu tarif etme biçimlerinde “Çocuk izleyin, onları izlemekten ve o anda yaptığınız hâllerinizden kopmayınız” diye anlattıkları şey tam da bu.

Fatih K.: Tiyatromuzun adını Hayali koymamızın sebeplerinden birisi Hayali gelenekselde gölge oyunu oynatıcısıdır. Bir de bizim Ali’miz var… Sabahattin Kudret Aksal, “Kahvede Şenlik Var”da der ki “Yeni adına türlü eskiliklerin ortaya atılmasından sıkıldık biz. Her yerde yeni yeniliyor, yeni içiliyor.” Önce bize yeni domatesler yedirdiler şimdi eskisini bulabilmek için çabalıyoruz. Sanat da oraya dönecek. Dönüyor.

“Tiyatrodaki arayışlar normal”

Emrah Eren, Milliyet Sanat’taki söyleşide “Ülke tiyatrosu olarak yaratıcılık alanımız bu kadar mı? Hayal gücümüz bu kadarına mı yetiyor?” diye sorduğunu söylüyor tiyatrocuların olduğu bir masada. Siz ne düşünüyorsunuz anlatılardaki yaratıcılığımız konusunda?

Ayça K.: Cumhuriyet sonrası tiyatro deyince bir kopukluk var. Bu yüzden de genç bir tiyatro geçmişimiz var. 500-600 yıllık değil. Böyle bir geçmişi olmadığı için arayışlar çok normal geliyor.

Fatih K.: Oldukça genç bir tiyatromuz var. Eskiden iki elin parmakları kadar özel tiyatro yoktu. Şimdi bir sürü genç arkadaş iki kişi, üç kişi bir araya gelen aynı bizim çıktığımız gibi yola çıkıyor. Eskiden çok az yerli yazar vardı. Metin yazma yarışmaları, okuma tiyatrolarından sivrilen isimler var artık. Eskiden fikriniz çok güzel olsa bile imkânlar çok kısıtlıydı. Eğer bir gazeteye ilan veremiyor ya da sokakta afişiniz yoksa bir tiyatroda kendinizi duyurmanız imkânsızdı. Bu yüzden tiyatro kurmayı aklınızdan bile geçiremiyordunuz. Şimdi irili ufaklı salonlarda az bütçeli çok iyi işler yapılıyor. Bunu sosyal medyadan duyuyorsunuz ve gidip o işi yapanları tanımak istiyorsunuz. Çünkü o tavsiye size ulaşabiliyor. Önceden böyle bir imkân yoktu. Bu yüzden birçok iyi metin seyirciyle buluşamıyordu. Şimdi öyle değil. Evet, çeşitlilik çok fazla nitelik tartışması yapılabilir ama ben Ayça gibi düşünüyorum. Bunlar elenecek ve Türk tiyatrosu büyüyecek. Ben çok umutluyum.

Ayça K.: Ahmet Sami Özbudak tam da bu düşünceden yola çıkan bir yazar. GalataPerform’un Yeni Metin Festivali olmasaydı biz Ahmet Sami gibi genç bir yazarı tanımayacaktık. Şimdi onun yaptığı çalışmalardan başka gençler çıkacak.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*