Eğitime farklı bir bakış açısı getireceği söylenen yeni müfredat programının “şubat sonlarında” açıklanacağı söylenmişti. Çıt yok. Görünen o ki hâlâ üzerinde mutabık kalınmayan konular var.
Umarız bir an önce giderilir ve uygulamaya geçirilmeden önce kamuoyu ile paylaşılır.
Seçim öncesine gelmesi ise artıları da, eksileri de beraberinde getiriyor. Halkın hoşuna giden açılımlar sempatiyle karşılanabileceği gibi gitmeyenler de negatif etki yaratabilir.
Gecikme ya da öteleme bu yüzden de olabilir. Doğru olan, böylesi köklü değişimlerin öğretim yılının ortasında değil, okulların uzun süre kapalı olduğu yaz aylarında yapılmasıdır.
Sanat, spor, felsefe
Yeni müfredat programında sanata, spora, felsefeye ne kadar yer verilecek çok merak ediyorum. Neden mi?
Sanat yaşamımızı güzelleştirir, spor ve felsefe de vücut ve zihin zindeliğini sağlar.
Bazı derslerin müfredatta yer almasından çok daha önemli olan ise LGS, YKS, KPSS tarzı sınavlarda soru olarak karşımıza çıkmasıdır. Bu yapılmadığı sürece müfredat programlarını ne kadar değiştirirsek değiştirelim öğrencilerin ilgisini çekmek mümkün olmayacaktır.
“Sınavlarda çok soru sorulan dersler önemli, sorulmayanları ciddiye almak gerekmez!” yönünde öylesine bir algı yaratıldı ki her şeyden önce ondan kurtulmak gerekir.
Çok önemli noktalardan bir diğeri ise sürekli yeni seçmeli dersler konulacağından söz ediliyor olması. Peki bu dersleri kim verecek?
Örneğin Yapay Zekâ dersini kim anlatacak?
Süre mi, içerik mi?
X üzerinde yaptığımız bir ankete göre, katılımcıların yüzde 92’si, 4+4+4’te sıcak bakmıyor, değişmesini istiyor. Peki, bu kadarı yeterli mi?
Dersler ve ders içerikleri yani müfredat bu haliyle mi kalmalı yoksa o da hepten değişmeli mi? Sorun sürede mi içerikte mi?
8 yıllık zorunlu temel eğitmen vazgeçip 4+4+4’e geçmemiz ve zorunlu eğitimin 12 yıla çıkartılması bir işe yaradı mı?
Sınav odaklı bir eğitimden, yaşam odaklı bir eğitime geçebildik mi? Keşke gönül rahatlığıyla evet diyebilsek ama çok zor. Bu bizde böyle de dünyada farklı mı? Kesinlikle hayır.
Bırakın gelişmekte olan ülkeleri, gelişmiş ülkelerin tamamında eğitimde ciddi sıkıntılar ve arayışlar var. Pandemi sonrasında öğrencileri okulda tutmak daha zor hale geldi, sosyal medya ve dijital öğrenme nedeniyle de gençlerin öğrenmeye yönelik rol modelleri değişti.
Okul, kitap, müfredat programları ve öğretmenin yerini dijital platformlar aldı.
Öğrenci, “öğretileni değil, istediğimi öğrenirim” noktasına geldi…
Kolay olanı değil…
Günümüz dünyasında kalıcı bir içerik oluşturmak hiç kolay değil. Bugün yeni olan, yarın eskiyor. Bu yüzden de içerikleri değiştirmek yerine hep şekilsel açılımlara yöneliyoruz.
Okul sürelerinin sürekli değiştirilmesi hep bu yüzden. Örneğin liselerin 4 yıla çıkartılmasının mantığını anlayabilen varsa ne olur bize de anlatsın… Öğrenim kademeleri içerisinde en önemli olan okul öncesi eğitim ama nedense bu hiç gündeme gelmiyor.
Örneğin soran, sorgulayan, araştıran, entelektüel birikime sahip yeni bir nesil istiyoruz ama felsefe grubu dersleri başta olmak üzere sosyal bilimler, sanat, spor adeta yok sayılıyor.
Örneğin karşılaştığı sorunlara çözüm üreten, el ve zihin becerileri gelişmiş üretken bir gençlikten söz ediyoruz ama mesleki eğitimde köklü bir değişim yerine hep patinaj yapıp duruyoruz. Öğretmen yetiştirme, atama ve kariyer sisteminde ciddi zafiyetler yaşanıyor, o düzeltileceğine, tam aksi söylenmesine karşın mülakat tartışmaları yüzünden bir arpa boyu yol alamıyoruz…
İnsan gücü, istihdam ve ülke ihtiyaçlarına yönelik planlı, programlı bir yönlendirme yapılması gerekirken popülizme yönelik kontenjan artışlarıyla gün kurtarıyoruz ama o da ileride ciddi sıkıntılar yaşatıyor…
En önemli soru şu: Eğitimi ciddiye alıyor muyuz, almıyor muyuz? Alıyorsak hemen harekete geçmeliyiz, almıyorsak da kabahatliyi uzaklarda aramaktan vaz geçmeliyiz!..
Örneğin işe önce kurumlardan başlamalıyız. Eğitimin yön vereni MEB mi yoksa ÖSYM mi? Müfredat programları mı, sınavlar mı?
Özetin özeti: Zaman öyle hızlı akıp gidiyor ki değiştirmeyi düşündüklerimiz bile uygulamaya geçinceye kadar eskiyor!..
Bir yanıt bırakın