Herkesin 1 yapıp 10 anlattığı bir dönemde hâlâ 10 yapıp 1 diye bile anlatmayı sevmeyen biri Hüseyin Çağlayan.
Sadece moda tasarımında değil, film, enstalasyon, heykel, sahne sanatları gibi birçok farklı alanda dünya çapında kendini kanıtladı.
TED Talk (hayır, TEDx değil) da yaptı, daha önce Marc Newson ve Thomas Heatherwick gibi isimlere verilen Londra Tasarım Madalyası’nı da kazandı.
Her başarıya rağmen tevazusunu korudu, köklerini unutmadı, Londra’da bir göçmen olmayı tüm samimiyetiyle anlattı.
2000’de sonbahar-kış defilesinde sehpayı eteğe çevirdiği koleksiyonuyla moda tarihinde kendine önemli bir yer edinmişti.
Kendisi artık bu sehpa etekten hiç söz etmek istemese de hâlâ tüm tasarımlarında transformasyon öne çıkıyor.
Sadece modada değil, tasarladığı yemek takımlarının bile merkezinde transformasyon var.
Sanat eserlerine gelince, 2005’te Venedik Bienali’nde Tilda Swinton’la yaptığı “Olmayan Var Olma” adlı video çalışmasından Sertab Erener’le yaptığı “Üzgünüm Leyla” enstalasyonuna birçok işini biliyoruz.
Hüseyin Çağlayan müthiş bir yetenek, bağımsızlığını koruyarak tam 30 yıldır global moda dünyasında ayakta kalmayı başarabilmiş sayılı tasarımcıdan biri.
İngiltere’de yaratıcı endüstriye katkıları nedeniyle daha 36 yaşındayken Kraliçe Elizabeth’ten MBE nişanını almasına, Rihanna’dan Lady Gaga’ya birçok yıldızı giydirmesine rağmen hâlâ çok mütevazı.
Wallpaper dergisi “Bir moda tasarımcısından disiplinler arası bir isme dönüştü” diye özetliyor Hüseyin Çağlayan’ı.
Hüseyin Çağlayan şimdi dünyanın önde gelen üniversitelerinde ders veriyor, Uzakdoğu’da önemli markalarla iş birlikleri yapıyor.
Geçen yıl Hüseyin Çağlayan’ın, İstanbul Bienali’yle eş zamanlı olarak açılan, PİLEVNELİ iş birliğiyle gerçekleşen Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki sergisi “Souffleur”ü görme şansımız olmuştu.
Sunulan üç eser serisi; popüler kültürde sıkça rastlanan ve eleştirilen “özenme” kavramından esinlenen ‘Pre-tension’ (Özenme), günden güne artan “dijital soyutlanmayı” protesto eden ‘Fake Celebrations’ (Sahte Kutlamalar) ve tarihte Batı tarafından sömürgeleştirilmiş etnik grupların dans ve bedensel hareketlerini konu alan Post-Colonial Body’den (Sömürgecilik Sonrası) oluşuyordu.
Hüseyin Çağlayan’a göre enstalasyonlarda yer alan her obje, bahsedilen konularda boşlukları doldurarak “suflör” görevi görüyordu.
Ayrıca Hüseyin Çağlayan tarafından tasarlanıp yönetilen ‘Gravity Fatigue’ (Yerçekimi Yorgunluğu) adlı performansın filmi ise, sanatçının ilgi alanları olan kimlik, bedensizlik, göç ve metamorfoz gibi birçok konuyu içeriyordu.
Yarın akşam ise Hüseyin Çağlayan’ın “Öteki Taraf (The Other Side)” adlı kişisel sergisi Dolapdere’de PİLEVNELİ’de açılıyor.
Bu serginin özelliği Hüseyin Çağlayan ilk kez daha resimsel bir ifade biçimiyle karşımıza çıkıyor.
“Kâğıt üzerine akrilik, kalem ve karışık malzemeyle gerçekleştirilen resimlerinin çıkış noktasını ise sanatçının kendi geçmişi, deneyimleri ve gözlemlerinden yakaladığı detaylar oluşturuyor. Gözetlenme ve gözetilme kavramlarına yoğunlaşarak izleyicinin kendisini bir gözlemci gibi konumlamasına da aracı olan sahneler, çoğunlukla insan doğasına ve çevresine dair düşünce ve hisleri bellir belirsiz manzaralar, silüet gibi figürler ve canlı renklerle aktarıyor. Bu görüntülerdeki belirsizliğin aksine, resimlerin isimleriyse sahneler hakkında yeniden düşünmek için daha açıklayıcı bir alan yaratıyor. Sanatçının bireysel izlenimlerini ve hayatından seçip aldığı anları buluşturan kompozisyonlar, izleyicinin farklı yorumlama biçimlerine de açık, esnek bir espas oluşturuyor” diye özetliyorlar.
Hüseyin Çağlayan’ın “Öteki Taraf” başlıklı sergisi 6 Nisan’a kadar devam edecek.
Galeride eş zamanlı Göksu Kunak’ın “Geçmiş Masumiyet” ve Tarık Töre’nin “Aşağılama” başlıklı sergileri de görülebilecek.
Bir yanıt bırakın