Ümran Avcı – “Büyümenin, hayallerinden yavaşça ama emin adımlarla vazgeçmek olduğunu öğrendim…”
Hayatın özeti niteliğindeki bu cümleyi İranlı yönetmen Said Rüstayi’nin ödüllü filmi “Leyla’nın Kardeşleri”nde duymuş, bir kenara not etmiştim. “Çocukken hayal ettiğim gelecek hiç de böyle değildi” diyen Leyla’ya ağabeyi bu sözlerle karşılık veriyordu.
Oyuncu Engin Akyürek’in 20 öyküden oluşan yeni kitabı “Zamansız”, hayal ettiği hayatı yaşayamayanların, zamanla hayal kurmaktan vazgeçenlerin hikâyelerini anlatıyor. Sıradan insanların, kırık dökük yaşamlarına odaklanıyor. Ötekileştirilenleri, dünyaya sığmayan, sığdırılamayanları, tutunamayanları, incinmişleri hikâye ediyor.
Türkiye panoraması
Ankara doğumlu olan Akyürek, hikâyelerine de mekân olarak genellikle başkenti seçmiş. Yoksul mahallelere; sobalı, boyası, sıvası dökülmüş, rutubetli evlere; vazgeçmiş insanların, çocukların dünyasına kapı aralıyor. Kitabın arka kapak yazısında “‘Zamansız’, tam da kimsenin zamanının olmadığı zamanlara inat karşımızda” diyor… Sevgili Gülten Akın’ın “İlkyaz” şiirinin başındaki “Ah, kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya” dizelerine öykünerek… “Zamansız”; ‘ince şeyleri’ düşünebilen, hiç tanımadığı insanlara el uzatabilenlerin aramızda olduğunu hatırlatıyor.
Bir Türkiye panoramasına tanıklık ediyoruz bir yandan da. “Zargana İsmail” isimli öyküde bir yoksulluk hikâyesi okuyoruz. “Ankara’nın soğuğu insanı vicdansızca en zayıf yerinden yakalıyor” her zamanki gibi. Eskicilik yaparak geçinen bir baba, oğul ve anneyle tanışıyoruz. Kömür kokulu evde baba, “Eskici Nizam’ın oğlu doktor olmuş” diyecekleri günün hayaliyle dört tekerlekli ekmek teknesiyle kapı kapı dolaşıyor. Ayakkabısının tabanı yırtık İsmail, bursla üniversiteye gideceği günü bekliyor. Mahalle pazarına akşamları çıkıp topladığı çürük çarık sebze meyvelerle akşam sofrası hazırlayan anne, oğluna bir çift ayakkabı almanın hesabını yapıyor…
Hayat insanların yaşına başına bakmamakta çok mahir. “Bir Umut Saklıydı Yağmurun İçinde” öyküsünde savaşta anne babasını kaybeden Halepli çocuk Harun’la tanışıyoruz. Yaşı çocuk, ruhu ihtiyar Harun’un, sığınmacıların doluştuğu bir teknede İngiltere’ye gitme hayali kuran ağabeyinden de oluşuna şahitlik ediyoruz. “Geçmişe dokunmak sorumluluk isteyen bir eylemdi. O sorumluluğun içine ne giriyorsa onu yapmalı, geçmişte size verilen rolü oynamalıydınız…” “Bir Dünya Otobüs”te çocukluk arkadaşının düğününe gitmek zorunda kalan Kemal’in geçmişe yolculuğunu, ardında bıraktıklarıyla yüzleşmesini okuyoruz.
“Kayıp Gece”de evlat acısı çeken bir annenin trajedisini okurken hem boğazınız düğümleniyor hem karnınıza yumruk yiyorsunuz. Hikâyenin sonunda Özgecan Aslan’ın, Ceren Özdemir ve katledilen kadınların annelerini düşünmeden edemiyorsunuz.
Bizi zehirleyen ön yargılar
Bir yandan da insanlığı zehirleyen ön yargılarımız… “İlim İrfan”da ‘yalanlarını mesleği yaptığı’ sanılan İrfan’ın anlaşılamamasına, dünyanın en dürüst insanı olduğu hâlde maskeyle dolaşmak zorunda bırakılışına hayıflanıyoruz. “Evde” ve “Şipşak Hayri”de Yeşilçam filmlerinin ortasına düşüyoruz. İlkinde elindeki aşkın değerini anlayamayan, anladığında ise her şey için çok geç kalan Sinan’ın Eda’ya vedasına odaklanıyoruz. Diğerinde ise fotoğrafçı Hayri’nin parasız olduğu için sevdiği kıza kavuşamamasının hikâyesine ortak oluyoruz. Finalde büyük tesadüflerle kapanıyor perde.
Akyürek, çocukluk anısından yola çıkarak yazdığı “Telefondaki Kız” hikâyesinde insanın içine merak duygusu salıyor. Bir yandan da Marcel Proust, Dostoyevski, Camus’ye selam gönderiyor…
“Vicdan, insanın yüreğine gizlenen bir lamba gibiydi. Ne zaman yanıp ne zaman söneceğini bilemezdiniz, bir kere yanınca da geçmiş olsun, her şeye yön veren o olurdu…” diyor yazar “Seni Çok Özledim” adlı öyküsünde. Ankara’nın ünlü pavyonlarından birinde korumalık yapan Ali İhsan’ın insanlık sınavından geçmesiyle gelecek adına umutlanıyoruz. Ne de olsa, “İnsan sınanınca, şahit olunca biraz daha insan oluyordu…”
Hepimizin hikâyesi var
Hayatın kırıp döktüğü insan hikâyelerinin içinde hayvanlara da yer açmış Engin Akyürek. Onlardan öğrenmemiz gereken hayat derslerini de tatlı tatlı veriyor: “Biz kediler her zaman mutlu olmayı başarabilen canlılarız. Hani siz insanların ifade ettiği gibi ânın içinde olma becerisini biz kediler çabasız elde edebiliriz…” ‘Karşılaşmalar’da denildiği gibi; “Kim olursak olalım, nereden gelirsek gelelim, hepimizin bir hikâyesi vardı. Hikâyelerimiz kim olduğumuzu, yürüyüşümüzü, görünüşümüzü, en önemlisi de sadece bizim bildiğimiz, içimiz dediğimiz ama ne olduğunu pek de bilmediğimiz o derinliği besliyor, onun nasıl olması gerektiğini belirliyordu.”
Bir yanıt bırakın